Halk arasında cinlerin adı anıldığında cinlerin yanımıza geldiği inanışı vardır. Fakat böyle bir inanış doğru değildir. İlk defa kim tarafından ortaya atıldığı bilinmeyen ‘’üç harfli’’ veyahut ‘’iyi saatte olsunlar’’ gibi terim ve deyimlerle bazı insanlar aralarında cinlere işaret eden bir şifre tayin etmişlerdir.
Şüphesiz asılsız bir korkuya ve görünmeyen varlıklarla ilgili uydurma hikâyelere dayanarak cinlerin isimlerini ağızlarına almaktan ürker hale gelen insanlar, bu tedbirin kendilerini cinlerden koruyacaklarını zannetmektedirler. Kimisi korktuğundan kimisi isimlerini anmak istemediğinden kimisi de bu konulardan hiç bahsedilmemesi gerektiğini düşündüğünden böyle söyler.
Çünkü büyü, cin ve şeytan gibi kelimelerin kendi başlarına bir çekim alanı oluşturduklarına inanılır.
Cinlerin, isimlerini söyleyince bulunduğumuz yere gelecekleri inancı şüphesiz sonradan uydurulmuş bir hurafedir. Bu iddianın, ne dini kaynaklarda, ne gaybi ruhani varlıklar ile ilgili gelen rivayetlerde hiç bir dayanağı yoktur. Geçmişte bu konuyla ilgili yazılmış kitaplar incelendiğinde de böyle saçma ifadelerin/ şifrelerin olmadığı görülecektir, bu tür yakıştırmalar, son devirlerde ve özellikle bu varlıkları tanımayan, her duyduğuna inanan, ilimsiz, cahil kimseler tarafından ortaya atılan şeylerdir.
Bu hurafenin özellikle Türkiye’de yaygınlaşması sebebiyle bu mesele hakkında izahta bulunmak istedim:
1-) Arapça kökenli olan ‘’Cinn’’ kelimesi tıpkı yazıldığı gibi üç harfli değil, dört harflidir. Kelimenin sonundaki ‘’n’’ harfi iki adettir ve vurgu yapılarak söylenir. Arapça’da 4 (Cinn), Türkçe’de üç (Cin), Osmanlıca’da iki (Cn), İspanyolca’da yedi (Ginebra) harflidir.
2-) Diyelim ki ‘üç harfli’ demek cinlere karşı bir çeşit korunma metodudur, Cinler, cümle içinde ’’üç harfli’’ kelimesini kullanarak konuşan bir insanın kendilerinden bahsettiklerini bilmeyecek, anlamayacak kadar ahmak mıdırlar? Bunu anlamak için özel bir eğitim mi almaları gerekiyor?
3-) Şeytan da cinlerden ve en fazla sakınmamız gereken varlık olduğu halde kimse ondan bahsederken ‘’altı harfli’’ demez ve ismini kullanınca yanına şeytan geleceğini düşünmez. İfrit ve Marid gibi güçlü, inatçı, tehlikeli şeytanlar için de kimse ‘’beş harfli’’ demez.
Hatta insanlar birbirlerinin zekalarını takdir etmek için ‘’Şeytan kadar kurnaz’’, derler.
Farkında olsunlar ya da olmasınlar, cin ve şeytan kelimelerini sıradan kelimeler gibi her gün cümle içerisinde sayısız kere kullandıkları halde bundan korkmazlar da konu bilhassa cinlerden açılınca korkuya kapılıp konuyu kapatmaya çalışırlar!
‘’Acele işe şeytan karışır’’, ‘’aksi şeytan’’, ‘’şeytan tüyü olmak’’, ‘’şeytan azapta gerek’’, ‘’şeytan diyor ki’’, ‘’şeytanın dürtmesi’’, ‘’şeytan kulağına kurşun’’, ‘’şeytana parmak ısırttmak’’, ‘’şeytana uymak’’, ‘’ifrit olmak’’, ‘’şeytanın arka bacağı’’, ‘’şeytanın bacağını kırmak’’, ‘’kör şeytandan bulmak’’, ‘’şeytanın gör dediği’’, ‘’yüzünü şeytan görmek’’, ‘’cin çarpmışa dönmek’’, ‘’cin gibi olmak’’, ‘’cin olmadan adam çarpmak’’, ‘’cinleri tepesine çıkmak/ başına çıkmak veya üşüşmek’’, ‘’in cin top oynamak’’ gibi şeytan ve cinlerle ilgili daha nice övücü, yerici, kınayıcı, koruyucu, durum tespit eden ifadeler kullanırlar da korkmak akıllarına bile gelmez!
4-) Bu iddia Kur’an’a apaçık bir iftiradır. Eğer ‘cin’ dememiz sakıncalı olsaydı, hiçbir ayette cinlerin varlığından bahsedilmez, yüce Allah Kur’an’da onları isimleri ile zikretmezdi. Çünkü bu inanışa göre, Kur’an okuduğumuz esnada birçok ayette geçen ‘’cinn’’ kelimesini kullandığımızda bu mahlukların gelip etrafımızda toplanmaları ve bize zarar vermeleri gerekirdi!
Haşa! Kur’an cinleri çağırmak için okunan bir kitap değildir.
Bir kelimenin, hem tüm insanlığın kurtuluşu için gönderilen bir kitapta birçok yerde zikredilmesi hem de bununla ilgili hiçbir delil olmadan, o kelimenin insanlara zarar vereceği için yasaklanması gerektiği nasıl düşünülebilir? Bu varlıkları tanımamız ve onlardan korunmamız için bize cinleri tanıtan Allah’ın, onlardan bahsetmekle bizi zarara uğratacağını düşünmek ne büyük çelişkidir!
Kur’an’da cin kelimesinin geçmesi bile tek başına üç harfli hurafesini yıkmaya yeter. Biz daha evvel Kur’an okuduğu için musallata uğrayan bir kimse duymadık!
5-) Söz ve eylemlerimizin ceza (örn: günahlar), veya mükafat (örn: ibadetler) getirmesi veya bizi cinler gibi enerjik varlıklarla yakınlaştırabilmesi için bunların mutlaka geçerli ve bağlayıcı olması gerekir. Mesela lanet-beddua okumak ya okuyana ya da okunana zarar verir. Beddua, insana zarar verebilen bir çeşit kötü enerjiyi ortaya çıkarır. Fakat bu enerjinin, bedduayı okuyan ya da okunana zarar vermesinin ön şartı, iki kişiden birinin diğerini mağdur etmesi, zulmetmesi veya aralarında belli bir ilişkinin/alışverişin/hukukun bulunmasıdır.
Oysa Cin demek ne günah, ne mekruh, ne haram, ne sihir, ne şer, ne dua, ne lanet-beddua, ne de şüphelidir. Demek ki insanın, cin demesiyle masa, koltuk, dolap demesi arasında hiçbir fark yoktur. O halde sakınca nerededir?
(Cinleri çağırmanın, toplamanın, onlara çeşitli sorular sorarak cevaplar almanın yada onları çeşitli işlerde çalıştırmanın bazı zor ve sorumluluk isteyen şartları vardır. Bu başka bir meseledir ve bunun, onlarla irtibatlı olmadan sırf ‘’cin’’ demekle meydana gelmesinin olmasının imkanı yoktur.)
6-) Cinn, ‘görünmeyen, örtülü, üstü kapalı’ demektir. Bu sebeple cin kelimesi, belli bir şahsı değil görünmeyen, bilinmeyen tüm varlıkları içine alır.
Yine Şeytan bir isim değil, sıfattır. Yani insanlardan, cinlerden, hayvanlardan kötü, zarar verici olan, kötü huy ve davranışlarda bulunanların hepsine şeytan denilir. Bu sebeple mesela ‘’Şeytan’’ derken İblis’ten bahsettiğimiz anlaşılsın diye ondan yalnız onun işlediği bir fiille konuşmamız gerekir. Örneğin, ‘’Şeytan Hz. Adem’e secde etmedi’’ dediğimizde burada kimden, hangi şeytandan bahsedildiği bellidir. Ancak cin demekle kimden, nasıl bir varlıktan bahsedildiği belli değildir. O halde ortada olmayan ve kişiye neden, hangi sebeple zarar vereceği bilinmeyen hayali bir düşmandan korkulmaktadır.
Şahıs olarak bir kişiden bahsedildiğinde o kişi kendisinden bahsedildiğini telepatik olarak algılayabilir, hissedebilir. Halk arasında bir kişiye,’’geçen gün yanımızda yokken senden bahsettik’’ dediğimizde o kişi tarafından‘’kulağım çınladı’’ ya da siz de o an benim aklımdan geçtiniz’’ gibi ifadelerle cevap verilir. Bu da hakkında konuşulan bir kimsenin bunu sezinleyebildiğine işarettir. Ancak burada bahsedilen kişi bellidir. Ona yoğunlaşılmış, hatta o kişiden bahsedilirken hayali göz önüne gelmiştir. Yani o kişi üzerinde belli bir konsantrasyon, dikkat ve yoğunlaşma olmuş, böylelikle aradaki mesafeye rağmen ikisi arasında bir çeşit irtibat kurulmuştur. Cin denildiğinde ise kimden bahsedildiği belli olmadığından, iki alem arasında böyle bir bağlantının kurulması düşünülmez.
7-) Şirke düşme tehlikesi. Şirkin çeşitlerinen biri de ‘’korku şirki’’dir. Bu hurafenin temelinde sırf korku duygusunun bulunduğunu unutmayalım. Korku, yüce Allah’ın canlıların korunması, onları tehlikeye atacak sınırların bilinmesi, ölçülü hareket edilmesi, müthiş bir motivasyon kaynağı olması ve tedbir alınması için yarattığı faydalı bir duygu olmasına rağmen, bu duygunun kontrol altında tutulması ve hiçbir korkunun Allah korkusunu aşmaması lazımdır.
Bir kimsenin cin korkusu, Allah korkusundan fazla olursa bu durum insanı Allah’a cinlerle şirk koşma noktasına getirebilir. Kişi Allah’tan bu kadar korkmaz, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmez de cinlerden korktuğu için nice tedbirlere başvurur, cin korkusundan ne yapacağını bilemez, bu kelimeyi duymaya tahammül edemez, elleri ayakları titrer, gölge ve şekilleri cinlere benzetir, şaşkınlıktan bazı kere uyku uyuyamaz, gece yolda tek başına yürüyemez, evde tek başına kalamaz olur.
😎 Bilgisizlikten kaynaklı cehalet. Cinler hakkında konuşmanın, kitaplar okumanın, bilgilenmek ve bilinçlenmenin hiç bir sakıncası yoktur! Aksine onlar hakkında okuyup araştırmayan bir kimse düşmanını tanıyamaz ve şeytanların tuzaklarına kolaylıkla düşer. İnsanlar cinlerden değil, cinlerin kişiye neden ve nasıl geldiklerini, zararlarından nasıl korunmak için neler yapılması gerektiğini öğrenmelidirler.
Eğer bir kimse onlarla ilgili ayet ve hadisleri okusa, onların da kulluk, sorumluluk bakımından kendilerinden farklı olmayan, hatta kuvvet bakımından kendilerinden de zayıf varlıklar olduklarını göreceklerdir. Cinler, dini kaynaklardan değil de insanları korkutmak üzere pazarlanan ve cinleri yanlış şekilde tanıtan korku filmlerinden, kitaplardan ve halk arasında anlatılagelen korku hikayelerinden öğrenilirse ortaya bu tür hurafeler çıkacaktır.
9-) Korkudan meydana gelen bu tür şifreli sözler cinleri-şeytanları kibre sevk eder. ‘Bakın insanlar bizden nasıl da korkuyorlar, adımızı bile zikredemiyorlar’ diyerek insanoğlunu alay konusu yaparlar. İnsanların kendilerinden korkmalarından ve çeşitli şifreler üretmelerinden hoşnut olurlar.
10-) Bu kelimeyi icat eden kimseler, ne yazık ki cinlerden korkan kimselerdir. Onlar, bu korkunun esiri olup, neden durduk yere cinlerden korkulması gerektiğini düşünmezler. Dinimizde, cinlerden şeytanlardan korkmayı ve ‘’cin’’ kelimesinin anılmasını yasaklamayı gerektiren hiçbir emir veya yasak yoktur.
Halbuki bir müslüman ancak Allah’tan korkar, görünmeyen varlık ve tesirlerden değil. Şeytanın ancak kendi dostlarını (ona uyan, onun peşinden giden, onun hakimiyeti altına girenleri) korkutabileceği, müminlere ise hiçbir zarar veremeyeceği şu ayetlerle ifade edilmiştir:
‘’Bir kısım insanlar, müminlere, ‘Düşmanlarınız size karşı asker topladılar, onlardan korkun!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir!’ dediler.
Sonra Allah’ın nimeti ve ikramı ile bir sıkıntı görmeden geri döndüler. Onlar, Allah’ı razı etmeye çalışıyorlardı. Allah, büyük ikram sahibidir.
Size o haberi getiren şeytandır, o yalnızca kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, bana isyandan korkun, eğer inanıyorsanız!’’ (Al-i İmran, 173-175)
Yani şeytan sizi (sizinle savaşmak üzere hazırlanan) dostları ile korkutur. Burada şeytan, Müslümanları Bedr seferinden alıkoymaya ve müşriklerin hazırladıkları cephane ile korkutmaya çalışan kişi Nuaym b. Mesud veya Abdü Kays kervanı ya da bu vazifeyi ona vermiş olan Ebu Süfyan’dır. Bu ifade, müslümanlara karşı yapılan düşmanın başvurduğu şeytanlığı gösteriyor. Ya da sizi bu seferden alıkoymak için söylenen bu sözler, sizleri Ebu Süfyan ve adamlarından korkutmaya çalışan şeytanın (İblis’in) sözleridir.
‘’Siz onlardan (şeytandan, dostlarından) değil, benden korkun!’’ Korkutanın şeytan olması, esasında ondan zerre kadar korkmamayı gerektirir. Çünkü korkulmaya layık olan yalnızca yüce Allah’tır. Cinlerden aciz bir varlık olan şeytan ve soyu değil. Şeytanın korkutup etkisi altına alabildiği bazı kimseler de vardır. Onlar:
‘’Şeytanın hakimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.’’ (Enam, 100)
Şeytanın maksadı insanı korku ile hakimiyeti altına almaktır. O, insanı zekat ve sadaka verilmesi halinde fakir kalmakla bile korkutur:
‘’Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayasızlığı emreder.’’ (Bakara, 268)
Korkularımızla tanışmalı, onları araştırmalı ve korkularımızın üzerine gitmeliyiz.
11-) Cin ve şeytanlardan korunmada böyle bir yöntem yoktur, bu bir korunma metodu değildir, lüzumsuz ve faydasızdır. Yüce Allah, ayetlerde açıkça şeytanlardan ancak takva sahibi ihlaslı kullarının korunabileceğini şöyle ifade etmektedir:
‘’(Ey şeytan!) Doğrusu o benim (ihlaslı) kullarım yok mu, senin onlar üzerine hiçbir saltanatın yoktur! Vekil olarak Rabbin yeter!’’ (İsra, 65)
‘’İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlaslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi.’’ (Sad, 82-83)
12-) Cinlerin metafizik alemden şehadet yani görünen, fiziki aleme geçişinde çeşitli sebepler vardır. Ya bizim alemimizde onları çekecek bir hadise vuku bulur, ya iki alem arasında bir geçit, koridor meydana gelir ya da onlarla irtibat kurabilme özelliğine sahip bir kişi, bilerek veya bilmeyerek bünyesi gereği buna vesile olur. Yoksa hiçbir cin kendi aleminin hudutları dışına, kendi iradesiyle çıkamaz. Çünkü aynı dünyada olmamıza rağmen onlarla aramızda boyut farklılığı vardır.
Cinler ayrıca, kendi alemlerinden, bu alemine geçtiği zaman, hiç kimseye rasgele musallat olamıyor, herkese tesir edemiyorlar. Bu sebeple onlar, işlediğimiz günahlar, büyü ve nazar gibi kötü enerjilerle insanın çekim alanına girer.
ben kendimde yani farkına vardım kuyularda ormanda evlerde uçurumlarda daha doğrusu cineyete kurban giden insanlarla aramda bağ oluşuyor oldukları yeri görüyorum bunu bir medyuma sordum sana cinlerden bilgi gelebilir dedi başkada enerji olayıyla açıkladı sonra senden yardım isteyebilirler dedi tabi allah bilir doğrusunu sizcer bu nedir
Comments are closed.