Geçmişlerimizin Günahlarıyla Gelen Şeytanlar Bize Musallat Olabilir mi?

0
985

 

Bir kimse işlediği günahlarla soyuna karşı sorumludur. Anne-babadan aldığımız genetik haritayla birlikte bir de manevi bir kalıtımla, yani bir çeşit günah-sevap birikintisi ile yoğrulup, şekillenip dünyaya geldiğimizi unutmamalıyız…

Kişi, anne-babasının özeti ve kalıtımıdır. Bir kimsenin aynaya bakıp, “anneme/babama ne kadar da benziyorum” deyip sonra da onlardan gelen kötü enerjileri yok sayması yanlıştır.

‘’Neden anne-babamın ve geçmişlerimin işlediği günahlardan gelen şeytanlar bana da musallat oluyor?’’ sorusu baştan yanlış bir sorudur. Çünkü bir çocuk, bağımsız fiziki yapısıyla kendi başına anne-babadan ayrı, farklı bir varlık gibi kabul edilse de –ki öyledir de- hem onların kanı ve maneviyatıyla yoğrulmuş bir parçası ve hem de anne-babasının hayatları boyunca işledikleri eylemlerin bir özeti durumundadır.

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların, kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (1)

_Kişinin, her ne kadar anne-babadan farklı fiziki bir yapıda olsa da, ailesinden aldığı biyolojik ve manevi bir haritayla dünyaya gelmesi…

Soru: Anne-baba ve geçmişlerin işlediği günahlarla birlikte çocukların ve torunların da vücutlarına şeytanların girdiği iddia ediliyor. Bu doğru mudur ve eğer doğruysa çocukların bunda günahı nedir? Bu zulüm değil midir? Geçmişlerin işledikleri günahlar sebebiyle neden soy lanetleniyor ve musallata uğruyor?

Cevap: Burada bir yanlış anlama söz konusudur. Elbette kimse kimsenin günahını yüklenmeyecek, herkes günahları için yüce Allah’a tek tek hesap verecek ve herkes hem dünyada hem de ahirette kendi günahlarının cezasını çekecektir… Tevbe eder ve Allahü Teala da onu affederse sorun yok.

Öncelikle, başkasının günahını yüklenmek başka, anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların musallatına uğramak başka şeylerdir. Yüklenilen günah değil, günahla gelen şeytanlardır!

 

Annenin, işlediği günahlarla vücuduna giren bir şeytanın, anne hamile kaldığında karnındaki bebeğe temas etmemesi düşünülemez ve söylenemez. Çocuk, hamilelik boyunca anneden beslenen, tamamen anneye bağlı bir varlık değil midir? Anne zehirlendiğinde çocuğa hiçbir zarar gelmeyeceğini söylemek ne kadar doğru olur?

YANLIŞ ANLAŞILMASIN

Herkes ahirette işlediği günahların cezasını kendisi görecek, herkes kendi hesabını verecektir. Lakin günahla kirlenen vücut enerjisi, kişi yada eşi hamile kaldığında bu enerjiyi kendisinden bir parça olan çocuğa aktarmaktadır. Bu durum öyle doğaldır ki, bir cezadan çok anne babadan çocuğa geçen gen haritası gibi yine ebeveynlerden çocuğa geçen manevi bir miras olarak görülebilir. Herkesin kendi günahlarının hesabını vermesi başka, günahla gelen şeytanların kişinin kendisine ve soyuna bulaşması meselesi başkadır. Günahların hem dünyada hem de ahirette birtakım cezaları vardır. İşte bu cezalardan birisi de kişinin günahıyla soyuna verdiği zarardır.

Bir Kur’an ayetinde; Bir de günah çeken bir kimse başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun başkasına yüklenmesi için çağrıda bulunsa da, ondan bir şey alınıp yüklenmeyecektir, isterse bir yakını olsun.;” (Fatır, 18) buyrulmuştur..

Bilim insanlarına göre insanları yöneten iki derin işletim programı vardır:

-Birincisi, hücrelerden organlarımıza kadar tüm biyolojik yapımızı düzenleyen genetik programlar. Bunlar, atalarımız ve özellikle de anne-babamızdan aldığımız çeşitli özelliklerdir. Vücut biçimimiz, göz ve saç rengimiz, ses tonumuz vs.

-İkincisi de dış dünyadaki yaşantımızı düzenleyen çevresel etkiler ve moda gibi yaşam tarzı programları.

Peki bunlar yeterli ve doğru mu? Elbette değil. Bilim bunu böyle bilir ve tarif eder.

Oysa en derinde gizlenen bir üçüncü program daha vardır ki, o da geçmişlerimizin işledikleri günahlardan gelen ve bazen biz daha anne karnında iken vücudumuza girip bizimle birlikte büyüdükleri için bizi her yönüyle en az bizim kadar iyi tanıyan ŞEYTANLARDIR… Yani dünyaya gelirken hazır bir biyolojik gen haritasına sahip olduğumuz gibi manevi bir programla da doğuyoruz. Bu program, etkileri tıpkı biyolojik gen haritası gibi birkaç nesil geriye gidebilen etkilere sahip çok güçlü bir programdır.

Bir kimse imanlı bir müslüman olduğu ve Allah’a olan ibadetlerini yerine getirmek istediği halde onu bundan alıkoyan nedir? Eğer cevap; tembellik ise bu tembelliğin sebebi ve kaynağı nedir peki? Geçmişlerimizden gelen musallatlar ve diğer bazı kötü enerjiler bizim için biz daha doğmadan tuzaklarını kurmuş, tedbirlerini almış olabilirler mi?

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların, kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (2)

_İnsanoğlunun, Hz. Adem’in ve Havva’nın işlediği hata sebebiyle nimetler içindeki cennetten çıkarılmaları…

Adem (As.) ve Havva anamız yasak meyveden yiyerek sonunda yeryüzüne inmeye ve dünyalıklar için zahmetle çalışmaya mecbur kaldılar. Onların bu hatasıyla birlikte soylarından gelen insanoğlu da kıyamete kadar dünyada aynı şekilde yaşamak ve geçimlerini alın teriyle kazanmak durumunda kalmıştır… Burada bir insanın eylemlerinin sonucunun soyuna da tesir edeceğine dair mühim bir işaret vardır.

Ve buna bugünkü, yarınki ve kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan insanların hepsi dahildir.

Şimdi biz kalkıp desek ki; ‘’O meyvadan atamız Adem As. yedi, suçu o işledi, onunla birlikte neden biz de dünyaya veya veya daha aşağı bir yere indirilip kolayca yaşamak yerine bin bir zahmetle çalışmaya mahkum olduk’’?, bundan ne çıkar?

İlahi emir, hatayı işleyenlerle birlikte o soydan gelenleri de böylece cezalandırmıştır.Üstelik Adem As. tevbe ettiği ve tevbesi kabul edildiği halde!

Bu durum bize işledikleri hatalar sebebiyle cezalandırılan atalarımızın cezalarından bir kısmının da bize intikal ettiğini/ettirildiğini gösteren bir başka delildir. Evet, ilahi adalet cennet gibi bir yerden meşakkat diyarı olan dünyaya yerleşmesi için gereken vizenin alınmasına bizzat kendilerinin özgür iradeleriyle vesile olmasını dilemiştir.

Kur’an, yasak meyveden yemenin bir zulüm olduğunu ilan eder.

”Dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ZALİMLERDEN olursunuz.’’ (Bakara, 35)

(Sonra Allah, Âdem’e hitab etti): “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ZALİMLERDEN olursunuz.’’ (Araf, 19)

Zulüm, haddini aşıp bir hakkı, yerinden başkasına koymaktır. Demek ki Cenab-ı Hak Adem’e cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber, ona yine bir sınır tayin etmiş ve ona yaklaştıkları takdirde zalimler zümresine gireceklerini de bildirmiştir. Bu, şunu ortaya çıkarır ki, insanlıkla ilgili hilafet mutlak değildir. Ve bunun özel bir sınırı vardır ki, tecavüzü zulümdür. (Elmalılı tefsiri)

Ancak buradaki zulmetmekten kasıt; “kendi nefsinize zulmedenlerden olursunuz” demektir. Kendi nefislerine olan zulüm ise: Cennetin rahatını ve güzelliğini kaybederek, dünyanın meşakkatine düşmektir. Zira büyük bir makamı kaybederek küçük makama düşen kimse kendisine zulmetmiş demektir. Yoksa ayetteki “zalimlerden olursunuz” ifadesi, “başkalarına zulmetmiş olursunuz” demek değildir. Zira peygamberler başkalarına zulmetmekten masumdurlar.

”Ancak şeytan her ikisinin de ayağını oradan kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: ‘Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir’ dedik.” (Bakara, 36)

”Onlara dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 38)

Yüce Allah Hz. Adem’in tevbesini kabul ettiği halde ”ininiz” emrini geri almamış, verilmiş olan ilahi bir emrin geri kalmayacağını böyle göstermiştir.

(Allah) buyurdu: “Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!” dedi.” (Araf, 24-25)

Aşağıdaki ayette de görüldüğü gibi, Cenab-ı Hak daha Hz. Ademi yaratmadan önce insan türünü yeryüzünde var edeceğini önceden haber vermektedir. Yani insanların cennette değil de, dünyada yaşayacaklarını bildirmektedir. Şeytanın Hz. Ademi aldatması, insanın dünyaya gönderilmesine sadece bir sebep olmuştur. Bu başka bir meseledir.

”Hani, Rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi. Onlar, ‘Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’ dediler. Allah da onlara, ‘Sizin bilemeyeceğinizi her hâlde ben bilirim.’ dedi.” (Bakara, 30)

Bizim işaret etmek istediğimiz husus, bu olayın atamız Adem As.’ın hatası/ unutması/ aldanmasıyla başlatılması ve bütün insanlığın bu hatadan sorumlu tutulmasıdır…

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (3)

_Şeytanın, günahkar anne-babaların çocuklarında ve mallarında onlara ortak ve musallat olması…

Yüce Allah bazı ayetlerde insanoğluna ve soyuna/zürriyetine ortak olması için Şeytana emir veriyor? Yani günahkar anne babaların soylarına…

Bu emir, şeytanların, günah işleyip de tevbe etmeyen anne-babaların soylarına musallat olduklarına kuvvetli bir delildir.

”Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; MALLARINA, EVLÂTLARINA ORTAK OL, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.” (İsra, 64)

Yani yüce Allah şeytana, ‘’insanoğlunun haram malları, haram çocukları senin olsun. Haramdan kazanırlarsa bunda senin ortaklığın vardır. Helâl yollardan mal kazanmalarını onlara kötü gösterip haram yolardan kazanmalarını güzel göster. Nikâhlı ilişkiyi onlara çirkin gösterip haram yollardan çocuğa ulaşmayı güzel göster. Zinadan doğan çocuklar da senindir. Besmelesiz ilişkiye giren bir kadınla erkeğin ilişkilerine de, bu ilişkiden doğacak çocuğa da ortak ol’’ buyurmuştur.

Müşrikler, mallarından ve ürünlerinden putlara pay ayırdıkları gibi çocuklarına da Abdüllât, Abdüluzzâ gibi putlara bağlı isimler verir, onları putperest olarak yetiştirirlerdi. Ayetin ifadesine göre bu, şeytanın mallarında ve çocuklarında onlara ortak olmasıydı. Daha genel olarak insanlar, mallarını haram yollarda harcamak, evlâtlarını da bâtıl inanç ve kötü ahlâk üzerinde yetiştirmek, zina yapmak, çocuklarını öldürmekle bu konularda şeytanı kendilerine ortak yapmış olmaktadırlar.(bk. Razi, Mefatih; Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu ilgili ayetin tefsiri)

Kısaca, örneğin zina mahsulü bir çocuk ancak şeytana layıktır, şeytan hem bu ilişkiye ortak olup üş kişilik bir ilişkiyle işi sapıklaştırmış, iyice kirletmiş ve hem de çocuk doğduğu anda vücuduna girip ‘’bu bana ait, bunun sahibi benim’’ diyerek dünyadan kendisine ait olan mala konmuş olur! Şeytanlar böyle çocukları daha hamilelik döneminde sahiplenir ve istedikleri gibi kullanırlar.

Buna bir diğer delil de şeytana, tıpkı insanoğluna verildiği gibi kıyamet kopuncaya kadar mühlet verilmesidir. Şeytan, kıyamet kopuncaya dek insanlara adeta haramlarında ve tevbe etmedikleri günahlarında ortak ve musallat olacak bir memur tayin edilmiştir.

”İblis: ‘’Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.’’ dedi. Allah: ‘’Haydi belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu.” (Sad, 79-81)

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (4)

_Lanetlenen Şeytanla birlikte soyunun da lanetlenmesi ve insanlığa karşı düşman ilan edilmesi…

Adem As.’a secde etmediği için soyuyla birlikte lanetlenen ve kendisine kıyamete kadar mühlet verilen İblis…

Kur’an bize gösteriyor ki, şeytan, lanetlenenlerin baş temsilcisidir. Kur’an, lanetlenen kimselerin somutunun soyutunun da (yani tüm insan ve cin şeytanlarının) başına şeytanı koymuştur. Lanetlenen varlıklardan Şeytan diye bahsetmiştir. Şeytan, lanet kelimesiyle adeta bütünleşmiştir.

”Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da ONU VE ONUN SOYUNU MU DOST EDİNİYORSUNUZ? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” (Kehf, 50)

Bu ayet, yalnız şeytanın değil, onun lanetli soyunun da insanoğlu için tehlikeler barındığını gösteriyor.

Şeytanın lanetlendikten sonra dünyaya getirdiği, kendisi gibi yetiştirdiği ve tıpkı kendisi gibi insan neslini saptırmak için çalışan ve kendi yolunu devam ettiren çocukları da lanetlidir. Açıktır ki bu lanet, şeytanın soyundan gelen diğer şeytanları da kapsar.

Laneti hak eden bir varlıkla (İblisle) aynı yolda, aynı dava için çalışan diğer varlıkların da İblis gibi lanetlenmesi çok doğaldır. Yapılan seanslarda İblisin soyundan gelen diğer şeytanlarla konuşulduğunda, onların da ataları Şeytan gibi yaratıldıkları elementi (ateşi) yüceltip topraktan yaratılan insanı küçümsediklerini, insandan önce yeryüzünde kendileri yaşadıkları için insanoğlunun onları yerlerinden-yurtlarından ettiklerini iddia ettiklerini ve buna benzer sebeplerle Ademoğluna düşman olduklarını görürsünüz.

Şeytan, soyundan gelen şeytanları insanlara karşı bir silah gibi kullanmakta ve onları da bu lanete ortak etmektedir. Her biri İblis özentisi ve onun yolunda olan varlıklardır…

Elbette şeytanın soyundan olup çok nadir olsa da Müslüman olanların dışında, şeytanların büyük çoğunluğu lanetlenmiş ve kovulmuşlardandır.

Resulullah (Sav.)’e ‘’Acaba sizin de bir şeytanınız var mı? şeklinde sorulunca, O hazret şöyle buyurdu: ‘’Evet ancak Allah Teâlâ’nın yardımıyla, şeytanımı Müslüman yaptım (veya müslüman oldu).’’

Ayrıca diğer şeytanların neredeyse tüm etkinlikleri, büyük şeytan olan İblis’in etkinliği, akıl vermesi, teşvik etmesi ve insanlara yapılan kötülükleri ödüllendirmesi iledir.

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (5)

_İşledikleri günahlar sebebiyle sonsuza kadar lanetlenen İsrailoğulları ve lanetlenen soyları!

İsrailoğulları, dedelerinin işledikleri sayısız günahlar ve sözlerinde durmamaları nedeniyle lanetlenmişler ve kıyamete kadar bunlardan çok az bir kısmının iman edeceği bizlere Kur’an’da bildirilmiştir. Nitekim onlar, Allah Teâlâ’ya isyan etmişler, haddi aşmışlar ve yaptıkları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmamışlardır. Bugün ki şaşkın ve istikametsiz halleri, tarih boyunca yaşadıkları soy kırımlar, gittikleri her ülkeden bir vakit sonra kovulmaları, pirinçten taş ayıklar gibi ayrıştırılıp takip edilmeleri ve tehditler buna en büyük delil değil midir?

”Yahudilerden bir kısmı, (Allah’ın kitabındaki) kelimeleri esas mânâsından kaydırıp; dillerini eğerek ve dine saldırarak, “Sözünü işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve râinâ (bizi gözet)” diyorlar. Halbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize de bak” deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. ARTIK ONLAR, PEK AZI MÜSTESNA, İMAN ETMEZLER.” (Nisa ,46)

”Onlar, Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse artık ona asla bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa, 52)

 

”Verdikleri sözden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ve “kalblerimiz kılıflıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belalar verdik). Doğrusu Allah, inkârları sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. Pek azı hariç onlar inanmazlar.” ( Nisa, 155)

 

”Yahudiler, “Allah’ın eli çok sıkıdır” dediler. SÖYLEDİKLERİ SÖZ SEBEBİYLE ONLARIN ELLERİ BAĞLANSIN VE LANETE UĞRASINLAR! Aksine Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. BİZ, ONLARIN ARALARINA TÂ KIYAMETE KADAR DÜŞMANLIK VE KİN ATMIŞIZDIR. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Maide, 64)

”Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır.” cümlesi bu lanet ve cezanın kıyamete kadar asırlar boyu devam edeceğine ve atalarının yolunda giden, onlar gibi inanan herkesin bu lanete uğrayacağına işarettir.

Lanetli kimselere musallat olan şeytanlar, bu kimselerin, tevbe etmeyip atalarının yolunda devam eden çocuklarına/nesillerine aktarılıp onlarla beraber yaşayarak lanetin asırlar boyu devam etmesini sağlamaktadırlar.

Lanetlenmek, Allah’ın rahmetinden uzak kalmak anlamına gelir. Lanetlenmek, dünyada rahmetin yolunu şaşırmak, hak yoldan sapmak demektir. Gözlerin manen kör olup hakkı görmemesi, kulakların sağır olup gerçekleri işitmemesi, dillerin lal olup gerçeği seslendirmemesi lanetlenmişliğin bir yansımasıdır.

Lanetlenen kimseler özgür iradeleriyle Allah’a karşı öyle bir isyan ederler ki, kendilerini Allah’ın rahmet kapısından uzaklaştırırlar. Bu yaptıklarının cezası olarak da rahmet kapıları kendilerine kapatılır. Artık akılları, kalpleri, zihinleri, gözleri, kulakları, dilleri hak ve hakikatin semtine uğrayamazlar…

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (6)

_Sahibinden izin almadan evindeki portakala iğne batırıp suyunu emen hamile kadından doğan çocuğun haşarı olması ve pazarcıların su kırbalarını delmesi… Ebul Vefa Hz.’nin haşarı oğlu.

İstanbul’un Vefa semtine adı verilen Şeyh Ebül Vefa, Fatih devrinin büyük alimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi.

Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların (sucuların) kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa’nın oğlu da bunu yapıyordu.

Sakalar, “Bir din büyüğünün oğludur, çok sürmez geçer” diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa’ya şikayet ettiler.

“ZARARINIZ ÖDENECEKTİR!”

Ebul Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı?

Şeyh Vefa sakalara, “Tamam” dedi. “Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir. Önce kendinden işe başladı.

“Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?” diye düşündü.

Bir şey bulamadı. Hanımına sordu; “Hanım, sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa bu çocuğun sonu kötü” dedi.

NİHAYET OLAYI HATIRLADI

Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. Hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını emmiş.

Bunu, beyi Ebul Vefa hazretlerine anlattı. Şeyh Vefa:

-Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile, diye tembihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Çocuğa, olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikayet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama hikmet-i Hüda, çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.

Anne-baba ve geçmişlerin işledikleri günahlardan gelen şeytanların kişiye ve soyuna musallat olduklarına dair deliller (7)

_İmam-ı Azam daha dünyaya gelmeden, babasının bahçe sahibinden izin almadan yediği bir elma yüzünden Kur’anı geç yaşta hatmetmesi…

Soru: Anne-baba ve geçmişlerin işlediği günahlarla çocuk ve torunların vücutlarına şeytanların girdiği iddia ediliyor. Bu doğru mudur ve eğer doğruysa çocukların bunda günahı nedir? Bu zulüm değil midir? Geçmişlerin işledikleri günahlar sebbeiyle neden soy lanetleniyor ve musallata uğruyor?

İMAM-I AZAM’IN BABASI VE ELMA

Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin babası Numan bin Sabit, gençliğinde bir gün ark (su kanalı) kenarında abdest alıyordu.

Tam abdest almaya başlayacağı zaman ark sularına kapılıp gelen bir elma gördü. Elmayı nereden geldiğini ve haram veya helal olup olmadığını düşünmeden bir defa ısırdı. O ana kadar elmanın ne olduğunu düşünmeyen Numan bin Sabit, hemen hata ettiğini ve mutlaka elmanın sahibini bulup helal ettirmesini lazım geldiğini düşündü. Abdestini alıp namazını eda ettikten sonra suyun geldiği tarafa doğru gitmeye başladı. Elma elinde olduğu halde araya araya elmanın düştüğü bahçeyi ve sahibini buldu.

Bahçenin sahibine meseleyi anlatıp elmayı yanlışlıkla ısırdığını ve hakkını helal etmesini istedi. Numan bin Sabit’in bu hareketi, elma sahibinin dikkatini çekmişti; hakkını helal edemeyeceğini, hakkını helal etmesi için bazı şartları olduğunu söyledi.

Nu’man Numan bin Sabit, ne isterse yapacağını, yeter ki hakkını helal etmesini isteyip şartının ne olduğunu sordu.

Elma sahibi de, hakkını helal etmesi için iki sene bahçesinde çalışması lazım geldiğini ve kendisine iki yıl hizmet etmesinin şart olduğunu söyleyince, Numan bin Sabit “Ahirette ceza çekmektense bu dünyada bir şahsa iki sene hizmet etmek daha iyidir” diye düşündü ve şartlarını kabul ettiğini söyledi.

Numan bin Sabit, bir elmayı yanlışlıkla ısırdığı için elmanın sahibine iki sene hizmet etti ve adamın işinde canla başla çalıştı. İki sene dolduktan sonra adama; zamanın dolduğunu ve artık hakkını helal etmesini istediğini söyleyince, adam, “Yine helal etmiyorum, benim bir kızım var onunla evlenirsen ancak o zaman helal ederim” dedi.

Numan bin Sabit, adamın bu şartını da kabul etti. Adam yalnız kızının kusurlu olduğunu, elinin çolak, gözünün kör, ayağının topal, başının kel, kulağının sağır olduğunu söyleyip, iyi düşünmesini ve sonra pişman olmamasını söyledi. Numan bin Sabit, “Ahirette ceza çekmekten iyidir” deyip kızla evlenmeyi de kabul etti.

Düğün yapıldı, nikâh kıyıldı, zifaf gecesi Numan bin Sabit’e gelinin olduğu odayı gösterdiler. Numan bin Sabit, içeriye girip içeride kendisine söylenen evsafta bir kızın bulunmadığını görünce bir yanlışlık olduğunu zannederek hemen dışarı fırladı ve kayın pederine bir yanlışlık olduğunu söyledi. Çünkü içeride kayın pederinin söylediğinin aksine her a’zası yerinde genç ve güzel bir kız kendisini karşılamıştı.

Kayın pederi bir yanlışlık olmadığını söyleyerek meseleyi şöyle anlattı: “Benim kızım kördür, daha harama bakmamıştır. Sağırdır, günah söz dinlememiştir. Topaldır gayri meşru yolda yürümemiştir…”

Seneler geçip bu evlilikten İmam-ı Azam dünyaya geldi. Annesi İmam-ı Azam’ı hocaya okuması için teslim etti. İleride İmam-ı Azam unvanına kavuşan o zaman henüz üç yaşında bulunan Sabit. üç günde Kur’an-ı Kerîm’i hatmettiği zaman annesi “Ah oğlum, baban o elmayı ısırmasa idi sen bir günde hatmedecektin” dedi…

Kimi rivayetlerde ise İmam-ı Azam Kur’anı altı yaşında iken hatmetmiş ve annesi, eğer babası o elmayı ısırmasa daha erken yaşta hatmedeceğini söylemiştir…

CEVAP VER